Çocuk Felsefesi Üzerine Düşünmek

Her yıl 23 Nisan’da çocukların yalnızca geleceğimizin teminatı değil, bugünün de hak sahibi bireyleri olduğunu hatırlıyoruz.
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, yalnızca neşeli törenlerin değil aynı zamanda çocuklara kulak vermenin ve onları yalnızca “yetişkin adayları” olarak görmekten vazgeçmenin bir çağrısıdır.

Oysa, onları yalnızca eğitim sistemine adapte olmaları, kurallara uymaları ya da gelecekte “başarılı bireyler” olmalarıyla değerlendirmek, onların en özgün yetilerini göz ardı etmek anlamına gelir: merakları, hayret duyguları ve derinlemesine soru sorma güçleri.

Tam da bu noktada, felsefenin çocuklukla ilişkisini sorgulayan Jana Mohr Lone’un Philosophical Thinking in Childhood başlıklı makalesi bizlere önemli bir bakış açısı sunar. Lone, çocukların yalnızca eğitilen, yönlendirilen bireyler olmadığını; aynı zamanda kendi başlarına düşünebilen, sorgulayabilen ve felsefi açıdan geribildirimler üretebilen özneler olduğunu gösterir.

Bu yazı, Lone’un metnine dayanarak çocukların felsefi potansiyeline ve bu potansiyelin neden görünür kılınması gerektiğine dair bir değerlendirme sunmaktadır.

Çocuklar Felsefe Yapabilir mi?

Felsefe denince çoğu kişinin aklına akademik metinler, karmaşık kavramlar ve tarihteki düşünürler gelir. Peki çocuklar da felsefe yapabilir mi? Jana Mohr Lone’un çalışmasında bu soru hem eleştirel bir tartışma zemininde hem de sahadan örneklerle detaylandırılarak ele alınır. Lone’un temel savı ise çocukların yalnızca felsefi sorular sorabilmekle kalmadığı aynı zamanda bu sorular üzerine özgün düşünceler de geliştirebildikleridir.

Bu görüşe karşı eleştiriler de mevcuttur. Örneğin, Kitchener (1990) ve White (1992) çocukların eleştirel düşünme kapasitelerinin sınırlı olduğunu ve bu nedenle “gerçek anlamda felsefe yapamayacaklarını” ileri sürer. Hayes (2015) ise daha da sert bir dille çocuklara yönelik felsefe etkinliklerinin “terapi kılığına bürünmüş eğitim” olarak tanımlar ve felsefenin ancak yetişkinlerin okuma ve tartışma becerileriyle yapılabileceğini savunur.

Ancak Lone bu eleştirilerin çoğunu hem kuramsal hem de pratik gerekçelerle sorgular. Ona göre buradaki temel mesele, “felsefe yapma” kavramının nasıl tanımlandığıdır. Felsefeyi yalnızca akademik gelenek içinde kavramlarla gerçekleştirilen bir faaliyet olarak düşündüğümüzde çocukların bu türden bir felsefe yapma tanımına uymadığı açıktır. Ancak felsefeyi merak, hayret ve kavramlara dair sorgulamalarla başlayan bir düşünme biçimi olarak ele aldığımızda, çocuklar bu sürecin en doğal özneleri haline gelirler. Zira çocukluğun en önemli ayırt edici özelliklerinden biri merak etmek ve dünya ile ilgili sorular sormaktır. Yetişkinler ise genellikle sorular sormayı tercih etmek yerine hayattaki daha pratik sorunlar üzerine eğilirler.

Lone’un aktardığı örnekler, bu tartışmanın soyut bir düzlemde kalmadığını gösterir. Yedi yaşındaki bir çocuğun evrenin sonsuz olup olmadığına dair sorusu yalnızca meraktan ibaret değildir. Bu tür bir soru gündelik yaşamın ötesine geçen, kavramların doğasını sorgulayan ve bilgiye dair içsel bir açıklıkla şekillenen sorulardan biridir. Matthews’un (1984) belirttiği gibi, bu “saf düşünce anları” çocukların felsefi potansiyelini görmezden gelen eğitim anlayışlarını da sorgulamaya açar.

Eleştirilerin temelinde çocukların sorularının “kavramları yeniden öğrenme sürecinin bir parçası” olduğu varsayımı yer alır. Ancak Lone bu iddiayı da sorgular: Çocuklar yalnızca bilmedikleri için değil, bildikleri şeyleri sorgulamak için de sorular sorarlar. “Zaman nedir?”, “Tanrı neye benzer?” gibi sorular yalnızca bir kavramı ezbere bir şekilde okuyup öğrenme çabası değil, aynı zamanda onun anlam ve kapsamını keşfetme girişimidir.

Dolayısıyla Lone, çocukların felsefe yapamayacağını öne süren görüşlerin felsefeyi bir meslek olarak tanımlayan dar bir bakış açısına sıkıştığını savunur. Oysa felsefe yalnızca uzmanlar arasında geçen bir diyalog değil insan olmanın, dünyayı ve kendimizi anlamlandırma çabasının bir parçasıdır. Bu çabanın çocuklukta daha fazla var olması felsefenin doğasına daha uygun bir yorum sunar. Bunun nedeni ise çocukların yetişkinlere kıyasla çok daha esnek olmaları ve kültürel olarak sınırlanmamalarıyla da ilişkilendirilebilir.

Çocuklarda Felsefi Düşünme Yetisi

Lone’un metnindeki en güçlü savlardan biri çocukların yalnızca felsefi sorular sormakla kalmadığı, aynı zamanda bu soruların peşine düşerek özgün düşüncelere ulaştıkları yönündedir. Lone bu yetiyi “felsefi öz” (philosophical self) olarak adlandırır ve bunun çocuklukta kendiliğinden beliren ancak çoğu zaman sistematik olarak bastırılan bir düşünme biçimi olduğunu vurgular.

Çocukların dünyaya dair şaşkınlıkları yalnızca öğrenme arzularından değil, daha derin bir sorgulama ihtiyacından kaynaklanır. “Hiçlik nedir?”, “Ölüm nedir?”, “Bir düşünceyi kaybedersek o nereye gider?” gibi sorular bilgi edinme kaygısından çok anlam arayışıyla ilgilidir. Lone’un savunduğu üzere bu sorular, soyut düşünmenin ve kavramsal çözümlemenin erken örnekleridir. Yetişkinler bu tür soruları kimi zaman “naif” veya “yararsız” bulur. Ancak bu bakış açısı çocukların düşünsel kapasitesine dair yapılan epistemik bir küçümsemedir.

Gareth Matthews’un çalışmaları da burada oldukça önemlidir. Matthews, çocuklarla yaptığı diyaloglarda onların düşünsel üretkenliğini yakından gözlemler ve “yetişkin mantığına benzemeyen” bu düşüncelerin aslında bir tür “yenilik” taşıdığını savunur. Bir çocuğun sonsuz evren fikri karşısında hissettiği huzursuzluk yalnızca bir duygusal tepkiden ibaret değildir. Bu, insanın varoluşuna ve yerini kavramaya dair ontolojik bir sorgulamadır.

Lone, bu noktada önemli bir pedagojik uyarıda bulunur: Çocukların felsefi potansiyelini geliştirmek için onları akademik felsefe normlarına göre değerlendirmek yerine bu yetilerini destekleyecek ortamlar yaratmak gerekir. Felsefe dersi adı altında yalnızca “büyük filozofların düşüncelerini öğrenmek” değil, kendi deneyimlerinden yola çıkarak düşünce üretmelerine olanak tanımak esas olmalıdır. Bunun sebebi çocukların yetişkinlerden farklı olarak felsefeye “çerçevesiz” başlamalarıdır. Bir diğer deyişle, düşünceye biçim vermek yerine düşüncenin biçimlerini keşfetmeye çalışırlar.

Buna rağmen eğitim sistemleri genellikle çocukların bu yönünü bastırır. Felsefi düşünceye ayrılan alan ya çok dar ya da tamamen işlevsizdir. Lone’a göre bu durum çocukların yalnızca entelektüel değil, varoluşsal bir potansiyelinin de bastırılmasına neden olur. Çocuklara “önce büyü, sonra düşün” mesajı verildiğinde felsefeyi soyut bir erişkin uğraşı haline sokmuş oluruz.

Oysa çocukluk düşüncenin en taze olduğu dönemdir. Lone’un metninde aktarılan örnekler çocukların yalnızca “ne düşündüklerini” değil, “düşünme biçimlerini” de ortaya koyar. Felsefi sorular çocuklar için entelektüel bir oyun alanı değil, dünyayı ve kendilerini anlamlandırma yoludur. Bu anlamda çocukların felsefi düşünme yetenekleri bir varoluş biçimi olarak görülmelidir.

Epistemik Açıklık ve Felsefi Merak

Felsefi düşünme yalnızca kavramları analiz etmek ya da mantıksal tutarlılık aramak değildir; aynı zamanda bilmediklerimizle yüzleşme cesareti ve olasılıklara açık kalabilme yetisidir. Lone bu yetiyi “epistemik açıklık” kavramı ile tanımlar. Lone’a göre bu açıklık çocuklarda yetişkinlere kıyasla daha yaygın ve doğal bir biçimde gözlemlenir.

Epistemik açıklığın iki temel boyutu vardır. Bunlardan ilki kendi düşünce ve inançlarına karşı duyulan mütevazılıktır. İkincisi ise alışılmadık ve rahatsız edici ya da imkansız gibi görünen fikirleri dikkate alma cesaretidir. Bu anlamda çocuklar çoğu zaman “bilmemenin yükünü” hissetmeden düşünebilirler. Yetişkinlerin aksine fikirlerinin yanlışlanmasından utanmazlar ve “saçma” düşünceler üretmekten korkmazlar. Hatta tam da bu sebeple felsefeyi mümkün olan en yaratıcı halde yapabilirler.

Lone’un örneklediği bir sınıf tartışmasında çocuklar Dr. Seuss’un The Lorax adlı hikayesinden yola çıkarak “tamamen yeni bir fikir yaratmak mümkün mü?” sorusunu tartışırlar. Bu tartışma, kısa sürede hayal gücü, gerçeklik ve düşüncenin doğasına dair bir felsefi sorgulamaya dönüşür. Öğrencilerden biri çocukların daha fazla hayal gücüne sahip olduğunu söyler. Bunun sebebi dünyayı henüz tam olarak bilmedikleri için daha özgürce düşünebilmeleridir. Bu ifade epistemik açıklığın çocuklarda neden daha belirgin olduğunu da özetler.

Hayal gücüyle düşünmenin felsefi boyutunu açan bir diğer kavram ise “oyun” kavramıdır. Lone ve Gopnik’in aktardıklarına göre çocuklar oyun oynarken yalnızca eğlenmez; farklı kimlikleri dener, nesneleri dönüştürür, hikayeler yaratır ve bu süreçte gerçeklikle mümkün olan arasında geçiş yaparlar. Felsefi düşünme de benzer bir esneklik ister. Bu esneklik gerçekliğin mutlak olmadığını fark etmek ve alternatif dünyaları tasavvur edebilmekle ilişkilidir.

Lone, bir başka sınıf örneğinde çocukların “her şeyin yaşama hakkı var mıdır?” sorusu etrafında yürüttükleri tartışmayı aktarır. Öğrenciler bu soruyu yalnızca insanlar ve hayvanlar üzerinden değil böcekler hatta sivrisinekler üzerinden tartışırlar. “Sivrisinekler kendilerini dünyanın en önemli canlıları sanıyor olabilir” diyen bir çocuğun ifadesi bize onların yalnızca empati değil felsefi bakış açısını değiştirebilme yetisini de sahip olduğunu gösterir.

Bu tür tartışmalar felsefenin temel varsayımlarından biri olan “şeyler göründüğü gibi olmayabilir” düşüncesinin çocuklarda ne kadar canlı olduğunu ortaya koyar. Gündelik hayatı, sabit kavramları, alışılmış bakış açılarını esnetebilen bu zihinsel esneklik yetişkinlerde nadiren görülür. Oysa çocuklar, henüz “normal”in kurallarına tam olarak uyum sağlamadıkları için o normların dışında düşünebilme avantajına sahiptir.

Son olarak, Lone’un vurguladığı bir başka unsur da felsefi düşünmenin içerdiği “kırılganlık”tır. Çocuklar düşüncelerini paylaşırken savunmasızdırlar ancak bu savunmasızlık, onları susturmaz; aksine sorgulamaya ve öğrenmeye daha açık hale getirir. Yetişkinlerin küçük düşme kaygısıyla söylemekten çekindiği pek çok şeyi çocuklar özgürce ifade edebilirler. Bu da felsefi diyaloğun en saf ve dürüst biçimini ortaya çıkarır.

Sadece Araç Değil Amaç Olarak Felsefe

Çocuklar için felsefe, yalnızca gelecekte kullanabilecekleri düşünme becerilerini geliştirmeye hizmet eden araçsal bir etkinlik değil aynı zamanda kendi başına anlam taşıyan, doğrudan yaşantıyı zenginleştiren bir etkinliktir. Lone çalışmasında bu ayrımı net bir şekilde ortaya koyar: Felsefe çocuklara hem düşünmeyi öğretir hem de düşünmenin bizzat kendisini değerli bir yaşam deneyimi haline getirir.

Eleştirel Düşünce ve Özgüven Kazanımı

Felsefi sorgulamalar çocuklarda eleştirel düşünme, empati kurma, analitik değerlendirme ve kendini ifade etme becerilerini geliştirir. Lone, özellikle İskoçya’da yapılan uzun dönemli bir araştırmaya atıf yapar (Topping & Trickey, 2007). Araştırma kapsamında 10–12 yaş aralığındaki çocuklara haftada bir saat felsefi tartışma etkinliği yapılması sonrasında çocukların sözel, sayısal ve soyut düşünme testlerinde anlamlı ilerleme kaydettiği görülmüştür. Dahası bu kazanımlar iki yıl sonra bile hala korunur. Felsefi sohbetlerin yalnızca zihinsel gelişime değil sosyal uyuma, özgüvene ve sınıf içi davranışlara da olumlu etkisi olduğu gözlemlenmiştir. Bu çalışmalar felsefenin çocukların akademik performansına katkısını gösterse de Lone’un vurguladığı asıl nokta çocukların felsefi düşünmeye özgü “merak, sorgulama, hayret etme” gibi özellikleri kullanmaları sayesinde ortaya çıkar. Felsefi eğitimin başarısı müfredata değil çocukların kendi sorularına deneyimlerine ve görüşlerine kulak verilmesine bağlıdır.

Çocukların Felsefeye Katkısı

Lone, felsefenin yalnızca çocuklara kazandırdıklarına değil aynı zamanda felsefenin de bu bakış açılarından kazandığı bilgi birikimine de dikkat çeker. Çocukların felsefi konulara getirdiği özgün bakış açılarının felsefe disiplinini tazelediğini savunur. Çocukluk, yetişkinliğin sabit kalıpları ve önyargılarından arınmış, daha esnek ve yaratıcı bir algı biçimine sahiptir. Bu da çocukların örneğin adalet, iyilik, dostluk gibi kavramlara dair şaşırtıcı derecede derin ve alternatif yaklaşımlar geliştirmelerine olanak tanır.

Alison Gopnik’in ifadesiyle, çocukluk “sihirli olanın mümkün olduğu” bir evredir (2009: 241). Bu evrede çocuklar yalnızca bildiklerini tekrarlamakla yetinmeyerek olmayana dair hayal kurarlar. Bu durum felsefi düşüncenin yaratıcı boyutuna olumlu katkı sağlar. Yetişkinlerin felsefede akılcı olarak tanımladığı şey, bazen çocukların akla aykırı görünen ancak derinlikli sezgileriyle sarsılabilir.

Burada Lone’un altını çizdiği önemli bir nokta daha vardır: Çocuklar yalnızca geleceğin yetişkinleri değildir. Onların şu anki deneyim, düşünce ve soruları da kendi başına anlamlıdır. Felsefi eğitimi çocuklar için bir tür hazırlık süreci olarak görmek, onların bugünkü düşünsel katkılarını değersizleştirir. Oysa felsefe her yaşta yapılabilir. Bunun için gerekli olan tek şey doğru sorular sormak ve bu soruları küçümsemeden muhatap almaktır.

Felsefeyi Çocuklarla Yeniden Düşünmek

Bugün felsefe kimi zaman aşırı uzmanlaşmış, teknik ve dışlayıcı bir alan haline geldiği söylenebilir. Oysa çocuklarla yapılan felsefi sohbetler bize felsefenin aslında hayret etmekle, sormakla, anlamaya çalışmakla başladığını hatırlatır. Çocuklar bu sürecin doğuştan gelen özneleridir. Onların katkısı yalnızca basitleştirilmiş sorular üretmek değil, kimi zaman yetişkinlerin fark edemeyeceği yönleri görmektir.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın çocukların sesine kulak vermemizi hatırlatması, onların korunmaya muhtaç varlıklar değil, aynı zamanda düşünceye katkıda bulunabilecek bireyler de olduklarını bize gösterir. Felsefeyi çocuklarla birlikte düşünmek, felsefenin özüne yeniden dönmek anlamına gelir. Bu nedenle felsefi düşüncenin çocuklukla ilişkilendirilmesi, onların çeşitli programlar ve etkinliklerle felsefeye dahil edilmesi yalnızca onların gelişimi açısından değil, felsefenin kendini yenilemesi ve toplumsal yaşamla bağ kurması açısından da kilit önemdedir.

Hazırlayan: Murat Berkay Özbek, Ahmet Er
Dipnot: Bu yazı, Jana Mohr Lone’un “Philosophical Thinking in Childhood” başlıklı makalesine dayanmaktadır.
Bkz: Jana Mohr Lone, Philosophical Thinking in Childhood, in Gheaus, A., Calder, G., & De Wispelaere, J. (Eds.), The Routledge Handbook of the Philosophy of Childhood and Children (1st ed.). Routledge, 2018.
https://doi.org/10.4324/9781351055987

Duyurular

  • 28 Şub 2025

    Düşünce ve Felsefe Sohbetleri

    Gümüşlük Kültür ve Sanat Derneği ile Erkan Oğur Müzik Okulu işbirliğinde 28 Şubat’ta Bodrum Gümüşlük’te gerçekleşecek felsefi söyleşide, 'mesafe' kavramı Sartre, Aristoteles, Buber ve Beauvoir’ın düşünceleri ışığında disiplinlerarası bir bakışla ele alınacak.

  • 09 Aralık 2024

    21. Yüzyılda Toplumsal Düşünme Becerileri

    Eğitimde Yeni Yaklaşımlar Atölyeleri kapsamında gerçekleştirilen etkinlikte, İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nedim Yıldız, "21. Yüzyılda Toplumsal Düşünme Becerileri" temalı bir sunum yaptı.

  • 24 Kasım 2024

    İlk Genel Kurul Duyurusu

    Uygulamalı Felsefe Derneği’nin ilk genel kurulu, 11 Aralık 2024 Çarşamba günü saat 19:00’da, dernek merkezinde gerçekleştirilecektir.

  • 18 Ekim 2024

    Bütünü Parçalayarak Düşünme

    Prof. Cengiz Çakmak, Özel Bilgin Anadolu Lisesi öğretmenleriyle gerçekleştirdiği buluşmada, "bütünü parçalayarak düşünme ve çözme" yaklaşımını gerçek olaylar üzerinden örneklendirerek eğitimde yenilikçi stratejiler geliştirmeleri için ilham verdi.

  • 30 Ağu 2024

    Edirne Düşünce Günleri

    Üyelerimizden Nedim Yıldız, Elife Kılıç ve Can Karaböcek Edirne Düşünce Günleri etkinliğinde konuşmalarını gerçekleştirdi.

Tümünü gör

Bize ulaşın

Sorularınız, geri bildirimleriniz ve proje önerileriniz için sizden haber almaya her zaman hazırız. Lütfen iletişim formunu doldurun ve en fazla 48 saat içinde yanıt vermek için elimizden geleni yapacağız.